Wednesday, December 29, 2010

Olanlar bitenler...

Can'ın saçları kesildi. İlk kez. Geçtiğimiz Cumartesi. Babasının berberinde. Maç geyikleri falan arasında. Ben şuursuz Nişantaşı trafiğinde arabayı park etme görevlisi olduğum için onlar nerdeyse işi bitirdiklerinde vardım berbere. Ben kapıdan girince Can bombayı patlattı ve bir tur ağladı sonra hemen sustu. O ana ait bir foto yok elimde malesef ama sonrasındaki Can fotolarını da ben koymak istemedim :) Lüleli evladım ilkokulda zorla saçları kestirilmiş tiplere döndü. O nooo! Neyse göz alışacak en olmadı saç uzayacak! Bu birinci haber. İkincisi Can saçının kesilmesiyle eş zamanlı cümle uzunluğunu ve miktarını artırdı. Bir de meğerse bütün duyduğu şarkıları ezberlemiş. Düğmesine basılmış gibi hepsini söylüyor şimdi. Bana geçen akşam şunları söyledi:
-Bunu çıkar lütfen... (Uzun kollusunu işaret edip)
-Bence bu P (Banyoda yüzen harflerden P'yi eline alıp)
-Aykut Abi beni kucağına aldı.
-Pazardan armut aldık abiye para verdik. (Adama para vermemize çok takıldı, niye verildi o para diye sorguluyor habire)
-Para verdik, araba aldık. (Otoparkçı adama para verdik o da haliyle arabayı getirdi)
Neyse özetler böyle. Dönüşte görüşürüz.

Thursday, December 23, 2010

Can kedi oldu!



Babasının ve dayısının abuk emellerine alet olup minik sesiyle kedinin tekine dublaj yaptı. Zaten ince olan sesiyle oynanınca böyle bişi çıktı ortaya. Laf da manidar: Pompisci Serhan!

Wednesday, December 22, 2010

'görmemiş' otel odası görmüş.





Tatillerin içinde otel odasıyla aşk yaşadığı tek tatildi bu. Çıplak ve kesinlikte giyinmeden ne kadar perde, nevresim, halı varsa temaslandı. En çok da perdelere hayran kaldı. Bizim evde perde yokmuş meğer onu annadım. ayak detayına dikkat :P

Saturday, December 18, 2010

Kafaya ne bulursa takmaca, 'şakka' diye bağırmaca.


Kışın ortasından: Bozaaaaaaa! akşamları.



Bozaya bayılıyorum. Sıcak leblebi ve tarçınlı haline. Vefa'da gidilip içilenine. Can hayatta yokken pijamayla bile gittiğimiz sabaha kadar açık diye her halimize şahit olmuş bir mekandı Vefa Bozacısı. Can hayatlandı. Boza hayranı olarak aramıza katıldı. O akşam eski mekanlarını özleyen, Vefa Anadolulu olarak bize eşlik eden Serhan ve Oğuz da vardı.

Yazdan kalma: Carlos-Cecil günleri.


Friday, December 17, 2010

kar yagio.

bugün yatağında uyanır uyanmaz camdan baktın. lapa lapa pofuk yağan karı gördün. sonra beni gördün. aaa kar yağıyor dedin.
ben de aaa? nerden biliyorsun dedim. sen de bak işte kar yağıyor dedin dışarısını gösterdin. ben sana kar falan öğretmedim diye benimle bayağı karşılıklı konuştun diye, bi de sabah onu on geçe uyandın diye öyle sevindim ki, buraya bile yazdım.
benim gibi sabah uykusu delisi olmanı hep hep dileyerek bu postu postaladım.

Sunday, December 5, 2010

anneme benzemeyen anneler.

ilginçtir beni mi buluyor bilmiyorum: böyle didaktik anneler görüyorum sokakta. 'bi restorana geldiğimizde kendini rahat hissedeceğin şekilde yerleşmelisin' aynı anne şöyle devam ediyor. 'pizzanı parçalara ayırmamı ister misin, böylece rahat yersin'... 'böylece annesi' susmuyor devam ediyor: şu karşıdaki çocuk var ya (bahsettiği çocuk can) senin yuvada bir arkadaşın vardı ona benziyor. Çok güleryüzlü bir çocuktu. Adını unuttum sen anımsıyor musun? 'animsa annesi'ne Can hiiiç bişi anlamadan gülüyor. animsa annesini ve minik parçalarla legolarıyla oynayan ve 'şarküteri' ürünlerinden olsun şeklinde sipariş ettiği pizzasını yiyen çocuğu geride bırakarak, bir daha o gittiğimiz kafeye gitmemeye karar vererek mekanı terk ediyoruz.

Saturday, December 4, 2010

Markette pazarda, kızlar hep yanında!







Cumartesi günü pazar gezdik. Bahar bizle olmasaydı gezemeyebilirdik. Sonra ertesi gün Migros'a gittik. Müge (can'ın deyişiyle üge) sayesinde mutlu bir Migros turu oldu. Sonra geceleri tek tek rüyalarında gördüğü bu insanlarının ismini söyleyerek uyanmak ne demek peki? Ben gece üçte nerden Bahar bulurum ki?

Kapı önü yavrusu...



Babam geçen akşam eve 2 tane güvercin getirdi. Biri benekli öbürü beneksiz. Birini Kamer öbürünü babam tuttu. Can ikisinin de yanına gidip sevdi pırpır güvercinleri. Hırpalanırlar diye sadece beş dakkalık bir elde sevme seansı oldu. Sonra gitti güvercinler.
Can'ın uzun süren güvercin hikayeleri kaldı. Bahçeye çıkıp seslendi dede diye güvercin diye ertesi gün. Kargalar geldi. Biz onları çağırmamıştık ki...

Birkaç ay sonraya warm up!


Şeyda'nın adı her geçtiğinde Can, bebek diyor. İlginç :)

Serus'un tarihe geçtiği gün.



O gün Serhan kapıdan içeri girdiğinde öyle mutlu oldum ki... Muzi izinliydi. Bütün gün Can ile başbaşa olacaktık. Bu Can yemek yemeyecek altını değiştirtmeyecek bi de soyunup çıplak gezecek anlamına geliyodu kiii, Serus geldi ve hepsini başardı. Yemek yedirdi hem de bol bol. Giydirdi arabaya bindirdi gezdik alt değiştirdi. Serusa haksizlik yaptığımı düşündüm. Valla Can'ı uzun saatler teslim edebilirim ona. Ama yanında Kathrin olsa daha rahat olurum o ayrı. Parkta ikisinin aynı yöne baktığı foto kayda değer. İkisi de parka fıkırdayan kızlara bakıor.

Sunday, November 21, 2010

How to eat çikola?




Kotata olarak gündelik hayatımıza giren çikolata bugünlerde aslına biraz daha yakın... Çikola. Amma velakin söylemeyi bildiği kadar yemeyi bilmiyor. Arkasından kovalayan var gibi elindeki parçanın tamamını tıkıyor ağzına. Tadını çıkarmak. Dilinde doladırıp kakaosunu fark etmek. Yok öyle şeyler. Çocuk çikolası tıkılmak suretiyle yeniyor galiba.

Saturday, November 20, 2010

Yanında H harfi beliren çorba!




Uykudan uyandığında Kavala'daki o tatlı garsonlar etibol bir çorba getirdiler masaya. O ne enfes çorbaydı. Vedat Milor bile ayıla bayıla yerdi. Evde yaptığım çorbalara beş bastı diye kıskanıp senin harflerinden H'yi koydum yanına. Benim tuzum da o harf işte.

Friday, November 19, 2010

Bayram pozu böyle bişi olabilir mi?




-Olabilir. Ama oturunca kafalar karışabilir Can'cım.

Kavala. Tam 10 sene sonra.





Turumuz sürüyor. Dedeağaç'tan Kavala 1,5 saat gibi. Sen evlat yolda uyumayarak, taleplerinde giderek imkansıza ulaşarak ama mızıltı da yaratmayarak ilginç bir performans sergiledin. Bravo. Kavala'ya geldik. Kavala mini boy bir Selanik. Bu mini olma durumu da daha kolay gezilir falan yapıyor muhiti. Bu fotoğraflardaki plajdan 10 sene önce yaz aylarında denize girdimdi. Ne güzel bi tatildi aile boyuydu o da. Ama ben ailenin çocuğuydum o vakit. Şimdi ailenin çocuğu sensin ve bu kadar şey değişmişken ben sahilde atıl bırakılmış lila/pembe arası renkteki takanın aynı şekilde orda durmasına hayret ediyorum.
O taka da beni hatırladıysa olanlara şaşırmıştır.

Dedeağaç... Tasaların sınırını 45km geçince...



Suyun öte tarafına geçtik. Buralar benim için karışık biraz. Meriç'ten bir adım attım mı babamın doğduğu toprakların yerine düşüyorum. Babam Komotini'de medresenin karşısındaki bahçeli evin çocuğuymuş. Ne zaman Yunanistan'a gelsem sanki sadece Gökçeadaya falan gelmiş gibi oluyorum. Sen evlat şimdi şu yukarıdaki iki fotoda Dedeağaç'tasın aylardan Kasım. Sokaklarda baileys'li mis gibi frappeler içiliyor. Kimse kış var diye iki kuruş daha kazanalım ekonomi boktan diye siesta keyfinden ödün vermiyor. Yaşasın kopoliipoliii toprakları.

Monday, November 8, 2010

ikilik yaratan 2.

benim kafam şimdi karışık diye seninki de karışacak değil... önce böyle başlayayım. sonra kitaptan okuduklarım mı, sedef örsel'den okuduklarım mı, annemden duyduklarım mı, anneannemin çok uzaklardan bana fısıldadıkları mı, seni doğurduğum yerdeki ideal anne tripleri mi, lahana bebeklerini music forever derslerine götüren bulamaç kafa türk annelerinin halleri mi? yoksa hamileliğimden beri herkesin nasıl olur da hemfikir olduğu şu; anne hisseder. 'içgüdü ve anne' mottosundan 'hissettiğini yap' durumu mu? bal gibi de anneyim işte artık ama o annelik içgüdüsü denilen 'hah buyrun bunu hissettim ooh en güzel en doğru ben hissettim' emaresi bende yok işte. 22 aydır yoksa ne zaman olur bilmem. bu kafakarışıklık işi neden dersen... aklımda ikilik yaratan ikiden... giyinmem, o çok sevdiğimi hiç sevmem ve yemem... ağlarım oooo istediğim olsun diye sesimin tonunu yükselterek ağlarım. giderim aaa yook gitmem. anne gel yok yok anne git. koltuğun üzerinde zıplarım yok sen git kendim zıplarım...
sakinim. başka yere dikkat çekmeyi de başarıyorum. ağlamaları da bi şekilde dindiriyorum ama yorgun argın acabalarımla geceleri yatağa süzülüyorum.

Wednesday, November 3, 2010

Balıkçı Hasan vs Nude Can.



29 ekimden sonraki gün parka gittik. Balıkçılar ağlarına bakım yapıyorlardı. Can çok sevdi. Filin hortumu sandı ağları... Gitti fil diye bağırdı. Ağlar kıpırdadılar cevap verdiler ona. Parkta filin hemen karşısındaki yerde toprağa saplanmış bir küçük Türk bayrağı vardı. Söküp aldı onu. Birden cumhuriyet kutlamalarına başladı. Bayrak elinde güvercinleri kovaladı. Gittiniz mi tarihin ezberlediğimiz sayfalarına. :) Neyse o günden bu yana birkaç değişiklikle haşır neşiriz. Bu evlat çıplak gezmek istiyor. Nude takılmak. Bez dahil hiç birşey olmasın diye suyla kendini ıslatıyor, banyoya girip banyo yapalım diyor. Kaka yaptım diyip onu soymamı sağladıktan sonra mümkün değil... Bir parça kılık giymeden saatleri geçirebilir. Üşümüyor mu? Giydirme çabalarımda katılırcasına ağlıyor. Şaşkınlık içindeyim. Geceleri de olur da çişi falan taşarsa kıyamet kopuyor yeniden giydirirken. Oh my!

kuru yapraklar ve parklar ve bahçeler







Yapraklar kurudu. Hava bazen buz bazen pastırma yazı. Eve tıkılmamak için direnç var. Her fırsatta park bahçe yaprak peşinde bitti bitiyor sonbahar. Biraz daha yazsam şiire bağlarım.

Tuesday, October 26, 2010

decoding II

lakoztoş eşittir salyangoz/hil eşittir fil/kotata eşittir çikolata/ hükü eşittir büsküvi/ şeker eşittir ne alakaysa taş/ puka eşittir serhan bolon eşittir balon/ donduş eşittir dondurma...unuttum ya bişiler daha vardı. olsun bunnar da kayda girdi.

Saturday, October 23, 2010

Ordan burdan II



Ordan burdan...





Telefonda kalanlar oraya buraya gidince çekilenler. Durduğu yerde durmasın blogta arşivlensin denenler...Huha dev adam günlerinden kalanlar. Hepiciği bu postta.

Wednesday, October 20, 2010

ben.






elini göbeğinin biraz üstüne yapıştırıp 'ben' diyor iki gündür. kim sallanmak istiyor: ben. sen mi? diyorum. ben ile sen arası kesin çok karışık. anlat desen ben bile zor anlatırım. birinci tekil falan öss'ye yamanan dilbilgileri. kireçburnu parkının hemen karşısında üzümlü paskalya çöreği ve gerçekten tahinli olan tahinli çöreğiyle kireçburnu fırınına uğradık. biraz hamurişi hamurdandık. sonra sallandık. serus salladı uçurdu. bir kızla tanıştık, can kıza fena kapıldı. peşinde koşarken düşürdü bile bebeği. sanki birşey daha yazacaktm da unuttum. neyse.

Monday, October 18, 2010

Hayatımdaki sol elli 'Serhan' modeli...






Serhan okuldan geldiğinde yere yatıp bütün ödevlerini defterin içine nerdeyse bu kadar düşerek yapardı. Ders ve defterlerle aramda hem fiziksel hem psikolojik mesafe olan ben kıskanırdım inceden. Hem ödev yapmak için onun kadar acele etmezdim hem de öyle yapışmazdım defterlere. Can da bir Serhan vakasi olur mu bilmem ama sol eline yapıştırdığı kalemle böyle kitaplara defterlere öyle bir düşüyor ki, genlerin etkisini şaşkınlıkla izliyorum.