Tuesday, September 28, 2010

decoding...

geçen gün serhan sordu. bu söylediklerini kaydediyor musun can'ın? kaydetmeyi denedim olmadı. hissetti. sustu. sessizce (benim sesim manipule etmesin diye) sordum. o da sessizce cevap verdi olmadı yani kayıt işi. yazmasam da kesin unutucam bu kelimeleri. kapalum; kaplumbağa, ahtapuş; ahtapot, mö; sinek (inek bağlantısından) miyum, kedi, helikoptey as u guess, ami, annenanne, bolon tabi ki balon, hipotopotom; hipopotam, bakket; basket... aklıma geldikçe decode edilmesi gerekenleri ekleyeceğim.

Friday, September 24, 2010

Ela ile neydik ne olduk?




Biraz tuhaf bu büyüme işleri. Geçen sene daha ayakta bile duramıyorken şimdi Ela'yı her boş yakaladığında sıkıştırıp öpmek. Sarılmak istemek. Sarılıp bırakmamak. İlaaa die arkasından seslenmek. Neydin ne oldun oğlum. Bu hızına nasıl yetişirim.
Ela da nasıl ağır ve nasıl güzel bir nazda. Bütün akşam Can ebe idi sanki Ela'nın peşinde. Yorgun düştü sabah Ela'nın unuttuğu hamur aksesuarlarına bakıp İla'yı andı...

Poyraz'la Can



Can'ın arkadaşları oluyor. Kutu kutu pense oynadığı. Sırayla basket attıkları falan. Poyraz benim de bahçe arkadaşım Eylül'ün oğlu.
Eskiden birbirlerine bakıp geçerken şimdi gerçekten oynayabiliyorlar. Kutu kutu Poyraz... Bütün kış senin gelmeni bekleyeceğiz. Kutu kutu Poyraz diye hatırlayarak...

Monday, September 13, 2010

Hisli bir özet oldu bu.





Kathrin geldi. Dev en dev köpük balonlarından yaptı. Can'ın hafızasında tarihe geçti. Kathrin ve bolon olarak. Bolon dedikten hemen sonra kattin diyo. Sonra annemin yan komşusu Poyraz'ın yani Eylül'ün oğlunun basket potasında (Dünya Kupası başlamadan) hayatının ilk basketi atmayı öğrendi. Kupa maçlarıyla basket delisi oldu. Ama biz eve almak için bi pota bile bulamadık, her yerde bitmiş. Yeni nesil basketçiler en iyi evde yetişir gibi bi ekol mu var nedir? Sonra bayram oldu. O günlerin fotoları var ama buraya koyamıyorum sonra artık. Bayramda anneannem koktu her yer. Hiç iyi olmadı bu iş. Yine içimde bi çöreklenen acı. Bi de buraya yazacağım dediğim terrible 2, gavur sitelerde kısaltması TT olarak anılan bizde belalı 2 olarak tercümesi şıttırılmış triplere hoşgeldik. Bir minik hayır kelimesiyle alınıp ağlamak... Onu öyle yapmayalım lafıyla falan kendini yere atmalar. İnat yapıp yay gibi gerilmeler. Otomatiğe bağlamış gibi limitsiz tekrarlar dünyasına adımımızı attık hayırlısı.
anne oku anne gel anne bahçe anne basket... her birinden bin kere... bütün bunları yazarken aklıma bir şeker kokusu geldi. artık yumuk durmayan içindeki çizgilerinin derin ve gömük olduğu tombul ellerini öptüm uyurken. el açılıp yanağıma yapıştı birden. sonra burnuma bir şeker kokusu geldi. sanki akide şekerlerini avuçlayıp bırakmış gibi. kokladım kalakaldım. kafamı kaldırıp teşekkür ettim. terrible 2 triplerine de... uykuya direnmelerine de... her bir hallerine de. iyi günler.

Thursday, September 9, 2010

bu sene, eylül 9'a Can dokundu.

Bugün doğumgünüm benim. Can'ın bloguna ne? derseniz açıklayayım. Can sabah beni öperek uyandırdı. Bu bir. İkincisi ise BabyTV'deki 'bugün benim doğumgünüm' şarkısında benle dans etti. Sonra da birlikte bir çikolata paylaştık kutlamak için.
Kimse kusura bakmasın ama 35 senenin en iyi doğumgünü kutlamasıydı.

Monday, September 6, 2010

Canım anneannem nerde?



Gitti. Bizim ailedeki kadınların en her şeyi bilen kadını gitti. Başka bir yere. Değişik, bilmediğimiz ama onun gidişinden sonra çok merak ettiğim bir yere gitti. Efsane anneanne olduğunu o yaşarken ben biliyordum. Herkesin bir anda anneannesi/annesi olacak kılıkta biriydi. Kucaklayan koşulsuz verip seven... Az konuşan ama dolduran cümleleri. Özdeyiş bırakan. Rumeli şivesiyle çizgiliye çızgılı diyen... Evinde hep biber parparlanmış kokusu olan. Sofrasına 35 kişi dönüşümlü oturduğumuz. Bana hayatımın en iyi karnıyarıklarını ve en sevdiğim bamyalarını yapan. Yazlıkta gece camdan kaçtığımı bilen, ilk gençlik yıllarımın yazlık fırlamalıklarını hüüp diye emen. Yanakları pamuk, kalbi pamuk, giderken bile en pamuk olan. Anneannemin olduğu yerde doğurmayı çok istedim olmadı. Hemen geldim benle kal Can'la kal dedim. Kaldi. 40'ladı Can'ı yıkadı. Çiçek koklamayı öğretti. Ellerini açıp seni bu kadar seviyorum demeyi öğretti. Ona bile yetti. Yolu evinin önünden geçen herkese yettiği gibi. Dedemin bile tanımadıkları vardı cenazede. Hayat dersi alan herkes koşmuş gelmiş. Mutlu olmak için mutluluk yaratmak, zengin olmak için küçük zenginlikler yaratmak ne demek ondan öğrendim kolay da unutmam... Bir eski fotoğrafta ilk torunlarıyla bir sonrakinde de torununun ilk çocuğuyla. Ne mutlu... Mutlu huzurla uyu tamam mı?

Wednesday, September 1, 2010

aradığı taşı bulduğu an.

Anne gal!





Can 'anne gal' günlerine giriş yaptı. Anne gal demek anneme yapışmak istiyorum demek. Annem bi yere gitmesin demek. Ya benim evden gitmelerim sıklaştı die. Ya da kendisi artık her şeye aymaya başladı die. Parçaları öyle birleştiriyor ki beyninde, ben birinin harika bir puzzle yaptığını izler gibiyim. Algı gelişmesi bu galiba. Denizde de kovası kaçınca da 'anne gal' nidalarına başladı.

bu kum bunlar taş al sana denizde hafriyat