Saturday, October 13, 2012

Bilmem falan filan!

Can sen okula giderken bunnar üstünde yoktu. Yedeklerini giymişsin niye?
Bilmem ellerimi yıkarken kollarım ıslanmıştır falan filan.
Peki altındaki?
Çişimi yaparken etrafa çişler saçılmıştır falan filan.
Hıı ama anne bugün okulda ne yaptık bilio musun?
Bilmem falan filan mı yaptınız?
Hayır falan filanı sonra diyeceksin.

Okulda her şeyi kendi yaparken ıslanması, çişlenmesi ayakkabılarının karışması meselelerini normalliyorum. Falan filan ilginç geldi. Ama kaynağı benmişim öyle dedi. Sonra benim telefonla konuşmamı taklit etmeye başladı.

Haa evet hatırladım. Tamam tamam! Evet evet.
Ben yollarım onu o zaman.
Anladım evet evet.
Öyle bişiler konuştuk falan filan.
Görüşürüüüüz. Hoççakalın!





Bir iki Çeşme!

Üstteki Ömür'ün düğün mekanı. Alttakiler de Can ile o gün mekanı didik didik keşfedişimiz!






Ömürcüüüm seni çok seviooom!








Can'n bir küçüklük videosu var. Kameraya bakıp Ömürçüüm seni çok seviooom. die bağırıo.
Bulucağım o videoyu tam buraya. Ömür'e fena derecede hayran Can. Kaç kere gördüsü hiiiç önemli diil. Yeri başka. Ömür'a çok kısa sürede okudu bence. Çünkü gerçekten de başka bi kız o. Evlenio die koşarak gittik Çeşme'ye. Can Ömür'ü gelinlikle görünce ağlamaya başladı. Gelinlik hiç güzel bişi diil. Git söyle çıkarsın normal Ömür olsun dedi. Tabi olmadı öyle bişi. Ama normal Ömür'ü görmeden de Çeşme'den ayrılmadı. Düğün sabahı hayalindeki Ömür ileydi. Şöyle dedi: Ben sana kendimi ifade etmem gerek. Kendimi iyi hissetmiorum. Bi şarkı söylücem sana. Dinle... (Mırıltılar)  Tarifsiz bir çekim... :) Ömür'üm tekrar tebrikler. Mutlu yaşlanın işallah...

İlk kez bu kılıkta!

Düğünde düğüne gider gibi giyinilmeli... Bunu ne zaman uydurdum ve bu hisse kapıldım bilmiorum.
Hayatta Can'a gerçekten gerekmedikçe takım elbise alıp da giydireceğim aklıma gelmezdi. Ama Ömür'ün ultimatomu üzerine hemen gidip aldım valla. O benim küçük damadım olsun demişti çünkü.
Çok da kabus olmadı bu arada giymesi. Yıllarca yakalanamayacak bi tablo olduğundan baba oğulu çektim bi iki tane. İkisi de takım elbiseli ve ikisi de düğün sevmiyor!





Elif'in denizanası!

Kitaptaki Elif bin kere okuduğumuz için bin kere kampa gitti. Kampın ikinci gününde denizde denizanası olduğu için denize giremedi. Biz bütün yaz denizanası aradık bulamadık. Sonra bir akvaryum ziyaretinde gördük işte. O! Uuu anne bak Elif'in denizanası dedi. Babası nerde peki?


thassos'la yaza son elvada!

İçtiğimiz son tur sokak frappesi... Girdiğimiz son deniz suyu. Ve bindiğimiz son çarpışan araba. Thassos Eylül'ün başında yazla doya doya vedalaşmak için harika bir yer gerçekten. Stockholm'deki o dev gibi lunaparktan sonra minimini Thassos kasaba lunaparkı o kadar kontrol edilebilir geldi ki, daha çok sevdik üçümüz de... Bi tek ben çarpışan arabada arkadan aldığım darbeyle bel şeysi oldum 1-2 hafta sonra geçti. Kamer bin tane top kazandı kepçe ile... O kadar dürüst bi lunarpark yani. Can bindiği treninin düdüğünü öttürdü durdu. Sonra o düdük sesini duyarak odada uyudu. Yani o kadar küçük ve yakıncacık her şey! Bi de timotie'nin halleri tavırları... Güzel vedaydı vessalam. Lucas mı? O da kokona annenesi ve dedesiyle tatil yapan bir tatlı çocuk. 









Sunday, October 7, 2012

nuuba kid! can poses!


yonca the nuuba mum harika şeyler bulup getiriyor. yeşil elma yiyio can sonra da tshirt aklına gelio. bunnar da ilgili pozlar!

nasıl da çılgınlıklı: stockholm

kuzeyli çocukların doğuştan 'cool' hallerini, roller coaster falan ve daha da delisi şeylere bindiklerinde hiiiç bağırmadıklarını, korkup renk değiştirmediklerini hem beyaz ve sarı tonlarını koruduklarını izlediğimde anladım. gerçekten yeterince serinkanlılar. can hayatında ilk kez haha ben de hayatımda ilk kez bir roller coaster'a bindim. can için hızı ve dönüş derecesi hiç fena diildi. çocuklar için olan modeline bindik tabi. ben çok eğlendim can 2. kez bindiğimizde eğlendi. bi de bitpazarından aldığı isveç sembolü tahta atı gelene kadar yolda kemirmeseydi... kulakları yenmemiş bir at olurdu.













nasıl da çocuk dostu: stockholm


öyle acaip hissettim ki, uzun bacaklı olmayanların ve çocuk yapmak istemeyenlerin kendini kötü hissetmesi pek mümkün. haa bi de fake blond olup dip boyası gelenlerin... sarışınlığın, ikişer beşer güzel çocukların ve harika güzellikte (her yaşta güzel) kadının ve gündelik hayattaki 'tasarım' kavramının bir arada olduğu harika şehir. kuzey ama mevsimine bakar. istanbul pişerken ince bir montla çime yayılmak enfes mesela. hatta tshirtle koşturmak kimi günler... can'ın kendini bir hikaye kitabının içinde hissettiğini söylediklerinden anladım. 'dev bir tünele girmiştik. hep içinde kalmıştık di mi anne bugün?' çok çocuk müzesi gezdiysek... gerçek sincapların maketleri kadar sevimlilermiş. maketi gerçek sanarken... sonra üstüne binince anlarken. 








babanne yolcusu kalmasın...


trabzon araklı günleri denk geliyor taa ağustos başına. hatta temmuz sonu bile olabilir. bir evin ahırındaki ineğe bakacağız diye ben karpuz kabuğuna basip yere yapışınca bu sene ineğimizi yanımızda götürdük. temiz havanın bu kadarını görünce bile uyumadık/uyutmadık.

tatile bakış!

tatiller uzun en uzun olmalı. küçükken neden aylarca yazlık günneri geçirdiğimizi daha iyi anlıyorum şimdi. anne olunca yanında çocuğun olunca gittiğin tatiller de bavuldakileri baştan aşağı yıkayıp ikinci hatta üçüncü kez giydirebilecek kadar kalmalısın. oteldekiler senden illalah demeli. kamping yapan karavancılarla dost olabilmesin. o kadar uzun kalmalısın ki yan odandakiler 3 hatta 5 tur değişebilmeli.. kemik kadro aynı kalıp dede gelip gidebilir baba gelip gidebilir falan. anneanne ise must. seneye tam da o mekanda daha da uzun ve stabil bir düzen kuracak yer bulmaliyim. bulucam.