Sunday, November 21, 2010

How to eat çikola?




Kotata olarak gündelik hayatımıza giren çikolata bugünlerde aslına biraz daha yakın... Çikola. Amma velakin söylemeyi bildiği kadar yemeyi bilmiyor. Arkasından kovalayan var gibi elindeki parçanın tamamını tıkıyor ağzına. Tadını çıkarmak. Dilinde doladırıp kakaosunu fark etmek. Yok öyle şeyler. Çocuk çikolası tıkılmak suretiyle yeniyor galiba.

Saturday, November 20, 2010

Yanında H harfi beliren çorba!




Uykudan uyandığında Kavala'daki o tatlı garsonlar etibol bir çorba getirdiler masaya. O ne enfes çorbaydı. Vedat Milor bile ayıla bayıla yerdi. Evde yaptığım çorbalara beş bastı diye kıskanıp senin harflerinden H'yi koydum yanına. Benim tuzum da o harf işte.

Friday, November 19, 2010

Bayram pozu böyle bişi olabilir mi?




-Olabilir. Ama oturunca kafalar karışabilir Can'cım.

Kavala. Tam 10 sene sonra.





Turumuz sürüyor. Dedeağaç'tan Kavala 1,5 saat gibi. Sen evlat yolda uyumayarak, taleplerinde giderek imkansıza ulaşarak ama mızıltı da yaratmayarak ilginç bir performans sergiledin. Bravo. Kavala'ya geldik. Kavala mini boy bir Selanik. Bu mini olma durumu da daha kolay gezilir falan yapıyor muhiti. Bu fotoğraflardaki plajdan 10 sene önce yaz aylarında denize girdimdi. Ne güzel bi tatildi aile boyuydu o da. Ama ben ailenin çocuğuydum o vakit. Şimdi ailenin çocuğu sensin ve bu kadar şey değişmişken ben sahilde atıl bırakılmış lila/pembe arası renkteki takanın aynı şekilde orda durmasına hayret ediyorum.
O taka da beni hatırladıysa olanlara şaşırmıştır.

Dedeağaç... Tasaların sınırını 45km geçince...



Suyun öte tarafına geçtik. Buralar benim için karışık biraz. Meriç'ten bir adım attım mı babamın doğduğu toprakların yerine düşüyorum. Babam Komotini'de medresenin karşısındaki bahçeli evin çocuğuymuş. Ne zaman Yunanistan'a gelsem sanki sadece Gökçeadaya falan gelmiş gibi oluyorum. Sen evlat şimdi şu yukarıdaki iki fotoda Dedeağaç'tasın aylardan Kasım. Sokaklarda baileys'li mis gibi frappeler içiliyor. Kimse kış var diye iki kuruş daha kazanalım ekonomi boktan diye siesta keyfinden ödün vermiyor. Yaşasın kopoliipoliii toprakları.

Monday, November 8, 2010

ikilik yaratan 2.

benim kafam şimdi karışık diye seninki de karışacak değil... önce böyle başlayayım. sonra kitaptan okuduklarım mı, sedef örsel'den okuduklarım mı, annemden duyduklarım mı, anneannemin çok uzaklardan bana fısıldadıkları mı, seni doğurduğum yerdeki ideal anne tripleri mi, lahana bebeklerini music forever derslerine götüren bulamaç kafa türk annelerinin halleri mi? yoksa hamileliğimden beri herkesin nasıl olur da hemfikir olduğu şu; anne hisseder. 'içgüdü ve anne' mottosundan 'hissettiğini yap' durumu mu? bal gibi de anneyim işte artık ama o annelik içgüdüsü denilen 'hah buyrun bunu hissettim ooh en güzel en doğru ben hissettim' emaresi bende yok işte. 22 aydır yoksa ne zaman olur bilmem. bu kafakarışıklık işi neden dersen... aklımda ikilik yaratan ikiden... giyinmem, o çok sevdiğimi hiç sevmem ve yemem... ağlarım oooo istediğim olsun diye sesimin tonunu yükselterek ağlarım. giderim aaa yook gitmem. anne gel yok yok anne git. koltuğun üzerinde zıplarım yok sen git kendim zıplarım...
sakinim. başka yere dikkat çekmeyi de başarıyorum. ağlamaları da bi şekilde dindiriyorum ama yorgun argın acabalarımla geceleri yatağa süzülüyorum.

Wednesday, November 3, 2010

Balıkçı Hasan vs Nude Can.



29 ekimden sonraki gün parka gittik. Balıkçılar ağlarına bakım yapıyorlardı. Can çok sevdi. Filin hortumu sandı ağları... Gitti fil diye bağırdı. Ağlar kıpırdadılar cevap verdiler ona. Parkta filin hemen karşısındaki yerde toprağa saplanmış bir küçük Türk bayrağı vardı. Söküp aldı onu. Birden cumhuriyet kutlamalarına başladı. Bayrak elinde güvercinleri kovaladı. Gittiniz mi tarihin ezberlediğimiz sayfalarına. :) Neyse o günden bu yana birkaç değişiklikle haşır neşiriz. Bu evlat çıplak gezmek istiyor. Nude takılmak. Bez dahil hiç birşey olmasın diye suyla kendini ıslatıyor, banyoya girip banyo yapalım diyor. Kaka yaptım diyip onu soymamı sağladıktan sonra mümkün değil... Bir parça kılık giymeden saatleri geçirebilir. Üşümüyor mu? Giydirme çabalarımda katılırcasına ağlıyor. Şaşkınlık içindeyim. Geceleri de olur da çişi falan taşarsa kıyamet kopuyor yeniden giydirirken. Oh my!

kuru yapraklar ve parklar ve bahçeler







Yapraklar kurudu. Hava bazen buz bazen pastırma yazı. Eve tıkılmamak için direnç var. Her fırsatta park bahçe yaprak peşinde bitti bitiyor sonbahar. Biraz daha yazsam şiire bağlarım.