Sunday, August 4, 2013

walk like an egyptiannnnn!

Şu anda bakarken bile kendimden geçiyorum. İlk fotoda kostümlerini giymek üzereler. Ve hepsi gösteriye çıkacağı için aşır mutlu heyecanlı. Soldan saga: cem, berker, can ve lara! Bu arada bu fotoları ben çekmedim biri bana yolladı. O kimse öpücükler... Sonra Can tek başına pozunu vermiş ve sahnedeler! Harikaydı. Roz ve Desma'ya çok teşekkür. 






okulda spor günü!

aile boyu gidip her türlü spora maruz kaldık. mutluyuz gururluyuz! fotodaki de bişiden korkup kucağı atlama hareketi... mevzuuyu hatırlamıyorum ama kamer halinden pek memnun...

insanın arkadaşlarının olması ne güzel :)

Okuldan sonra harika bir grup kurulmuş oldu. Şimdilik tamamı erkeklerden oluşuyor ama hiç dert diil. Bir de biz süper anne zürafalar falan olduk. Valla kendime şaşıyorum. Pek de mutluyum resmen yeni arkadaşlarım oldu. :) Sen sonra büyüdüğünde bu blogu kendin okuyacaksın. İşte o yüzden arkadaşlarının adını yazıorum: Cem, Akın, Julian, Adrian, Berker, Mustafa ve Alp. Bu fotolarda olup unuttuklarım varsa sonra eklerim. Ama we love you all. 2 haftada bir playdate, uçurtma festivalleri neler neler :)











Fotodaki Can firavunu bulunuz!

Bu okuldaki gösteri öncesi bir warmup olsun. Devamı pek yakında!


ömer lokumu!

önce harika bir abi gibi davranıp konu legolara gelince hafif tepkisel yaklaşsan da ömer bize geldiğinde hepimiz bir mutlu oluyoruz. lokum gibi kendisi ve yemek istioruz. özledim yaa!





hello bodrum/gümüşlük!

Ben Bodrum'a en son seneleeeer önce gitmiştim. En az 12 sene kadar önce falan mı? Hadi 10 falan diyelim. Bir yandan da merak edemeyeceğim kadar çok adı geçiyor diye nötr halde duruyordum. Ama artık Naomicim oraya yerleşti ve pek de öyle hissetmiyorum. Artık önemsiyorum neler oluyor. Ve sonunda Naomi'ye gidebildik :) Hakan ve Naomi sen SF'te doğduğunda hep bizim yanımızdalardı. Ve ben hamileyken ve öncesinde özellikle Naomi'yle harika zamanlar geçirmiştik. Çok ilginç şimdi anlıyorum bana o şehri ve etrafı öyle güzel anlatmış ki, hiç turist gibi zaman geçirmeden o dönemi atlatmışım. 

Banu, Batu ile Naomi'ye gidiyor diye hoop bir bavul ve kendimizi Nisan'ın başında orda bulduk. İnsanlar güneşi yeni görmüş ve günlük giysileriyle kendilerini deniz kenarına attıklarında Gümüşlük yerlileriyle orda yerimizi almıştık. 
Bu tatilin özelliği ikimizin ilk kez tek başımıza otele yerleşip kalıyor olmasıydı. Bir nevi ikimizin başaşa çıktığı ilk tatil.

Bir yandan da saolsun Banus ve Batus bizimle hep süper vakit geçirme planlarıyla yanımızdalardı... Böylece Gümüşlük'ü sevdiğime karar verdiğim ancak bir kez daha yine Nisan'da falan gidebileceğimi düşündüğüm yer oldu. Henüz yerlileri ordayken.

Fotolarda ne kadar ilgi gördüğün ortada: Naomi omzundan taşırken Banus ayakkabılarını giydiriyor!












birtakım hallerdeyiz.

Okulda bir gösteriye hazırlanılıyor. Mısır hikayesinin içinde geçiyor ve sen firavunsun sanırım. Evdeki atkılardan falan da öyle kostümler yapmaca. Ben bu iggypop halinden memnunum aslında :) bir ara da patron oldum kılıkları başladı. hayatta kravat bağlamamış bir insan olarak bayağı panik oldum ama o trend de bir hafta sonra geçti ohh! olan o hafta aldığımız polo yaka tshirtlere oldu. 





13 sene sonra TUNUS!

en son -aklımda kaldığı kadarıyla pek de mutsuz olduğum bir yıldı- 2000 yılına girmek üzere tunus'a gitmiştim. vizesiz girebildiğimiz için serhanla son anda karar vermiştik. zaten tatsız olan günlerim aptal bir çöl fırtınası sonra serhanın yemeklerden ishal olması ve gerçekten bitmek bilmeyen o oryantal ritmle içimi şişirerek sürmüştü. basıp da gelememiştik yaş baş küçük. tur şirketiyle mi gitmiştik ne?

bu yıl tunus değişikti benim için. bir sosyal sorumluluk partneri olarak davet ettiler ve aslında ortadoğuyla ilgili insani ve siyasal konularda nasıl akıl yürütülür gibi bir toplantıya katılmam gerekiyordu. çok havalı duruyor di mi? :) senin civarımda olmadığını düşünemediğim için lets go three of us :) iyi ki de öyle yapmışız. harikaydı hava. hem bana hem kamere hem sana süper geldi. 13 seneki tunus ile ilgisi yoktu. devrim yaramış...

kamer'de sokak fotoları var. kendime hatırlatma: onları al ve koy pliiz.





kış yunanı.

blogta yaz ortasında kışa dönüş. çektiğim fotolardan geriye gidip kaldığım yerden devam ediyorum. bu yazı yakalarsam bir iki güne sorun yok demektir. ki azimliyim yaparım. bi kere kışın en önemli olayı okul hayatının nerdeyse! kurumsal olarak başlamasıydı. evin taam karşısında olduğu için bir an 'mahalle mektebine' gittiğin hissine kapılsam da hiç de öyle diildi. bahçeköy açı okulları okulun adı ama ben daha çok öğretmenlere içerde olup bitene bakıyorum. ingilizce konusunda pek ısrarlılar. yani sonradan yazdığım için bu ısrarlarının ne işe yaradığını gördüm neyse oralara geliriz.

ama kesinlikle yazmam gereken önemli kısım. okula 'alışmanın' 1 yıl sürdüğü şeklindeydi. valla hiç abartmıyorum okulların kapanmasına bir hafta kala bile okula gitmek istemiorum diyordun. şimdi okulların açılmasına 1 ay kala yine içim şişti hafif ama bence okula gidene kadar yaptığın bu şekiller ne hikmetse yerini arkadaş geyiklerine falan bırakıyordu.

kış yunanı da bizim okul stresinden benim de okul stresimden tabi! baydığımız bir zamanda biraz kabak biraz greek salat biraz da temiz deniz havası hem de türksüz olanından isteğiyle gittiğimiz bir zamana denk geliyordu diye hatırlıorum.



bence çok iyi çiziyorsun. sence?

deli anneler gibi harika çiziyor çocuğum efekti yaratmak istemiyorum ama bana çok karakterli geliyor çizdikleri. bir bilenim olsa da sorsam :)

Tuesday, July 2, 2013

Sana özel gezi galerisi...

Masum olduklarını anlamak için insanlara bakman yeter bazen. Eline gitar alıp bir TOMA'nın (tazyikli su fışkırtan, kafasına göre o suyun içine asit bile ekleyen panzerimsi) karşına geçiyorsa aslında başka bir şey söylemek istiyordur di mi?
60 yaşını geçtiyse evinde iğne oyası falan yapıp, torunlarıyla örgü açma yemek varken eline naif bir sapan alıp koca panzerli polislere taş atıyorsa aslında kendinin dilini açık ediyordur di mi?
Ya da genç kadınlar savunmasızlıklarının değil de karşısındakinin acizliklerini vurgulamıyorlar mıdır aslında 'sadece durarak?'
Peki ya duran adam... O sahne çok komikti işte. Haldun Taner tiyatro oyunları gibiydi. Duran birine nasıl müdahale edersin? Neden birine durduğu için yasak koyarsın? Ve bunu nasıl yaparsın? Duranları bir bir toplayın diyen bir yapı aslında neyin kafasını yaşıyordur... O yüzden küçük bir foto galeri sana.







Anne, ağaçlara sarılıp gel tamam mı?

Kendimin yazmakla olan ilişkisini bilmem çok iyi. Ben bu blogu geciktirsem de günün birinde yakalarım da... İnanıyorum, sen de bana inan! :)

Hayatımız bugün ne yedin ne içtin, sıkıcı işler güçler heyecanlı minik boylu gelişmeler... Tatil ya da benzeri projeler. Filme mi gitsek aile boyu yemeğe mi soruları... Korkunç derecede kendimizle yüzleşmeye bile korktuğumuz bir sığlıkta giren hayatımız birden harikalaştı Can. 31 Mayıs 2013 idi tarih....

Ben harikalaştı diyorum. Çünkü kalplerimizin akıllarımızın yerlerini hatırladık. Gurur, gerçek aşk ve anlayış gibi içi boşaltılmış laflar birden kendilerini geldiler. Vicdan silkindi ayaklandı. Kah bugüne kadar yapamadıklarımız kah bugün yapabildiklerimizin heyecanından sürekli ağlar olduk. Korku var ya... Onun aslında nedensizce dikilen gariban bir korkuluk olduğunu anladık.

31 Mayıs'ın ertesindeki Cumartesi sabahı kafamın üzerinde gaz bombalarının uçacağını düşünürek, sanki seninle tatile çıkıyormuşuz gibi detaylı bir hazırlık yaparak evden çıktık. Sen ananedeki yerini alırken biz küçülen yaşlarımızla yürüyorduk. Ama orası bir savaş alanı gibiydi bugüne kadar kendi konfor alanlarını yaratmış bizler için. Tependen sahiden uçuyordu o gaz kapsülleri ve sahiden direkt yerini bilip seni hedefleyerek atıyorlardı... Burası bizim memleket Can'cım... Mesele de tam bu zaten.
Öyle olduğunu hatırladık. Nasılsa gidersin. Nasılsa yolunu bulup hariçten gazel okumanın bir yolunu bulursun. Ama bi durup nerde neden bunun sana yaşatıldığını aslında hiç de haketmediğini, özgürlüğe bile nefes aldırmıyor olmanın mantığını sorgulamaya başladığında gerçekten buralısındır ve gerçekten dünyalısındır artık. Hepimizi geçmiş olsun! Hoş geldik.

Hiç de apolitik falan olmanı istemiyoruz. Her şeyden haberin olmasını... Ağaçlara sarılmaya gittiğimizi... Direnişin kelime anlamını falan bil istiyoruz. Ne yani örgüte adam mı yetiştiriyoruz. Yoo hayır kendinin farkında olan, kendiyle ve toplumuyla ilgili olan, neyin ne olduğu en tarafsız ve doğru haliyle öğrenen biri ol istiyoruz. Tam da bu yüzden muhtelemen seneler sonra bin tane kitabı basılıp bin ayrı bakış açısıyla değerlendirilecek OCCUPY GEZİ hareketini öğren. Birazdan benden oku istiyorum.

Polis ben küçükken de güvendiğim biri değildi. Ben küçükken de üniforma sevmezdim. Yıllar boyunca tevekkeli değil hep kendimi doğrulayıp durdum. Sana hamileyken gece 1'de sadece arabamın muayenesi yok diye altımdan arabayı alan polis benim o halimle güvenliğimi taksicilere teslim etmişti misal.. Ormanlı bir yol üzerinde taksiciyle gitmem salak bir araba muayene kağıdından çok daha önemsizdi. Çünkü ben önemsizdim. Ve tabi sen önemsizleşmeliydin... Bu ne ki? Minimal ve elitist bir örnek... Arabası olan kız çocuğunun şımarık şeysi... Sana evde konuyla ilgili kitaplarımı işaretlerim merak etme...

İşte bu bahsettiğimiz polis ne yaptı biliyor musun Can? Senin kadar (yaş 4) çocukların olduğu Divan Oteli'nin içinde gaz attı. Senin kadar çocukların olduğunu bile bile... O çocukların herhangi bir dahli olamayacağını bile bile... 4-5 yaşındaki bir çocuğun şu yaşadığımız hayat için ne kadar mucizevi olduğunu unutarak. Nasıl bir Allah kavramına sığınıldığını unutarak... Kastederek. Bilerek. İnadına isteyerek.... Kimin ne taraf olduğunun düşünülmediği/düşünmesen de hak verirsin olduğu bir durumdan bahsediyorum... Sana konuyla ilgili çok fotoğraf eklemek istiyorum... Birkaçı şöyle...

Evet, umut ekmeğimiz. Ve bir süre daha onu iştahla yiyeyeceğiz! Seni seviyorum.